Friday, February 24, 2006

Territorial vs. monetary

Türkiye üniter para politikasının sebep olduğu ızdırapları her geçen gün daha çok hisseder oldu. Türk parası aşırı değerli, ancak bu parayı herkes kazanamıyor. Fordist ve post-Fordist çağları birarada yaşayan iki Türkiye var orta yerde. Bu iki Türkiye'nin pazarları bile ayrılmış vaziyette. Sadece fakir semtlerde müşteri bulan ürün markaları var! "İktisatçı olan anlar" deyip kısa keseceğim: Çin parası Rinminbi Yuan, Hint parası Rupi gibi eksik değerlendirilmiş paraların Türkiye'de tedavüle girmesi lazım. Hem neden sadece para-babası ABD'nin dolarını biriktirip, onu zengin ediyoruz? Biraz da Çinli, Hintli gibi fukaralara faydamız dokunsun. Konfeksiyon, tarım gibi sorunlu sektörlerde ücretler bu eksik-değerli paralarla ödensin. Gülmeyin, Sovyet Sanayi (onun Rusça bir adı vardı, unuttum) barda-pavyonda geçmeyen "Sanayi Parası" ile kurulmuştur. "Territorial" bölüneceğimize, "monetary" bölünelim. Bu fikrime Aydınlık yazarı Sayın Aslan Başer Kafaoğlu'ndan destek bekliyorum.

Güncelleme (23 Temmuz 2007): "Barda-pavyonda geçmeyen" Rus parası ile ilgili ciddi kaynakları büyük bir rastlantı sonucu (tekrar) buldum. Bakınız: Thomas SIGEL, "Rus Bankacılığı: Geçiş içinde Kaos", Transition, Vol. 1, No:3, March 15, 1995 adlı makale içinde (2) no.lu dipnotta zikredilen kaynak: Juliet Ellen Johnson, "The Russian Banking System: Institutional Responses to the Market Transition", Europe Asia Studies, issue 46, no. 6 1994, p.946

Sunday, February 19, 2006

Galiba tek yol devrim

"Sermayenin Sırrı" kitabının yazarı Hernando de Soto'ya göre fakirliğin esas sebebi kazanılmış hakların resmen tescil edilmemiş olmasıdır. "İyi de, Türkiye'de kazanılmış-ancak-tescil-edilmemiş haklar mı var?" diyeceksiniz haklı olarak. Var var olmasına da biz onlara "kara delikler" adını takmışız. İki önemli örnek vereceğim: Biri köylünün devletten "söke söke" aldığı piyasa fiyatlarının çok üstünde mahsul fiyatları; diğeri de sosyal güvenlik sisteminin "mecburiyetten" kapatılan açıkları. Nasıl ki enflasyon sorunu ona, sanki doğal bir afetmiş gibi, "enflasyon canavarı" adını takan zihniyet tarafından çözülememişse, bu kazanılmış-ancak-tescil-edilmemiş haklar sorunu da ona "kara delikler" adını takan zihniyet tarafından çözülemez. Ben hukukçu değilim. Ancak bu iki önemli sorunun da mevcut hukuk sistemi içinde çözülebileceğine ihtimal vermiyorum. Hele Avrupa hukuku ile hiç değil... Öyle görünüyor ki, tek yol devrim. Tek tesellimiz bu devrimin bayrağının renginin kızıl değil, türbe yeşili olacağı ve devrimcilerin de -tıpkı Hamas gibi- seçim sandığından çıkacak olmalarıdır.

Sunday, February 12, 2006

Sn. Y. Bulut'un yersiz karamsarlığı

Sayın Yiğit Bulut bugünkü köşe yazısında Derin Sular’ın tenkit ettiği döviz kuru-faiz grafiğine yine yer vermiş. Bakınız:

http://www.derinsular.com/archives/2005/11/yigit_bulut_ve_mehmet_agar.php

Sayın Bulut’un mantığında bir hata olmamakla beraber, sözkonusu ettiği nesnel verilerden kötümser sonuçlar çıkartmasını yadırgadım. Döviz kuru ve faiz haddinin paralel düşüşü sür-git devam edebilecek bir olgu değildir. Matematikte bir teorem vardır: monoton azalan bir dizi şayet alttan sınırlı ise, mutlaka sabit bir değere yakınsar veya iktisatçıların deyimi ile “istikrara kavuşur”. Faiz haddinin de, döviz kurunun da alttan sınırlı olduklarını, yani belli değerlerin altlarına inmelerinin mümkün olmadığını bilmek için ise iktisatçı olmaya lüzum yoktur. Velhasıl döviz kuru ve faiz hadlerinin gidişatı sağlıklı bir ekonominin habercileridir.

Sayın Bulut’un değindiği bir başka husus da “büyüyen ekonomiye rağmen düşen istihdam” gerçeğidir. Bunun yegane açıklaması da prodüktivitenin artıyor olmasıdır. Yani AKP hükümeti siyasi mirasını yediği eski partilerin bıraktıkları muazzam enkazı kaldırmakta fevkalade başarılıdır. Tabii ortada kaldırılacak bir enkazın olduğuna inanmayanların yüksek beklentilerine yanıt verememektedir, o ayrı hikaye. Miras aktifi ve pasifi ile birlikte devralınır.

Wednesday, February 08, 2006

Gümrük Birliği ne kadar "free trade"

Bugünkü REFERANS gazetesi birinci sayfasında Sn.Yiğit BULUT’un kaleme aldığı “Gümrük Birliği’nden zarar ispatlandı” haberine yer vermiş. Özetle Türkiye’de rulman üreten YEDAŞ’ın Gümrük Birliği sonrası zarar ettiği iddiasıyla 2004 Nisan ayında Avrupa Birliği Mahkemesi’ne yaptığı müracaat sonuç vermiş. Sayın BULUT gerçek bir AB karşıtı olsa, Gümrük Birliği’nden “free trade” bekleyenlerin gaflet ve dalalet içinde olduklarını, “free trade”in asıl Şanghay Beşlisi’ne dahil olmakla gerçekleşeceğini falan yazabilirdi. Başka tellerden çalmış. Yapmayın Sayın BULUT, liberal düşünceyi benimsemiş vatandaşlarımızı da Ulusal Cephe’ye (ve de Kanal’a) çekmek için bundan büyük fırsat olur mu? Anlaşılan “ben Adam Smith kaşığı ile Avrasyacılık maması yemem” diyorsunuz. 80’li yılların başında da, bilahare 1402’lik olan bir muhterem hocam bana “ben bu düzeni bu düzenin argümanları ile eleştirmeye mecbur muyum?” demişti. Kendisi şimdi bir büyük bankanın üst düzey yöneticisi! Yaptığı icraatı patrona karşı hangi düzenin argümanları ile savunuyor, çok merak ediyorum doğrusu.

Tuesday, February 07, 2006

Prof. Sadun AREN’e özür borcum

1970’li yılların ikinci yarısında B.Ü.’nde okuyordum. Orada Prof. Sadun AREN bir konferans vermişti. Karından konuşma dili ile söylediklerinin açılımı bence şu idi: “Efendim müttefiki olduğumuz bu NATO ülkeleri bizim ne yetenekli, ne cevval bir millet olduğumuzu bir türlü anlayamıyorlar, onun için de bize ‘siz Avrupa’nın manavı, kasabı olun’ diyorlar. Halbuki Sovyetler Birliği bizdeki cevheri çoktan keşfetmiş ve daha şimdiden Türkiye’de iki ağır sanayi tesisi kurmuştur. Hele şu ‘duvarın ötesine’ bir zıplayalım, ülkemizde daha ne ağır sanayiler, ne makine yapan makine fabrikaları kuracaktır!” Çocukluk işte, içimden “tam da bir krypto communist” demiştim. Meğer ne kadar da yanılmışım. Devran döndü, Batılı müttefiklerimiz bize artık “siz tarım, tekstil gibi harc-ı alem işlerle uğraşmakla harcanıyorsunuz. Bu sektörleri derhal tasfiye edip bankacılık, telekomünikasyon, bilgisayar gibi post-Fordist alanlara yönelin” diyorlar (bkz: REFERANS, 7 Şubat 2006, s. 6). Prof. Sadun AREN’in öğrencileri ise, artık bize nurlu ufuklar vaat eden Batı’nın düdüğünü öttürüyorlar. Günahlarını ne kadar da çok almışım. Kendilerinden özür diliyorum.

Thursday, February 02, 2006

Konstrüktivizmin sonu: önce Hyundai, sonra Galataport.

Hernando de Soto’nun “Sermayenin Sırrı” kitabını okuyanlar göreceklerdir ki, azgelişmiş ülkelerdeki (ve tabii Türkiye’deki) sermaye terakümü ortaya “enkaz” denebilecek bir sermaye malları yığını çıkartmaktadır. “Enkaz” demekle bunun hiçbir değeri olmadığını kastetmiyorum. Aksine adam olsak bu enkazdan beş on Türkiye daha çıkartabiliriz. Son beş yıldır yapılanların bu istikamette olduğunu söylemek mümkündür. Ne var ki, eski alışkanlıklar kolay terk edilmiyor. Bu enkazı yaratan konstrüktivist zihniyet Türkiye’nin gündemine yeni yeni “pet project”ler sokabiliyor. Ancak bu yanlış hesapların artık Bağdat’tan (daha doğrusu Washington’dan) dönüyor olması, devrin değiştiğinin farkında olmayanları şaşkınlık içinde bırakıyor, hatta öfkelendiriyor. Gün “köprüye hayır, TV’ye hayır” diyen CHP zihniyetinin zafer günüdür. Tarih CHP’yi haklı çıkartmıştır. Sayın Baykal ise bu zaferi kırk-gün-kırk-gece “etkinlik” yaparak kutlayacağına, hala mızmızlanma modunda! Uyan muhterem uyan.